28 Mayıs 2016 Cumartesi

ŞİRK DİNİ - ALİ ŞERİATİ



Tağutperestliğin ilk ve açık şekli şirktir. Günümüzde Afrika’da bu din mevcuttur. Birden çok tanrıya inanmak, güzel boncuklara tapmak, her kabilenin kendine ait bir ‘tabu’ya ve kutsal bir hayvana ibadet etmesi demek olan bu din, hala bazı yerlerde mevcuttur.
Açık ve aşikâr olan mele’ ve mütref dini olan tağutperestlik ile mücadele etmek kolaydır. Ancak tarihte olduğu gibi, tevhid adı altında faaliyet gösteren ve tağuta ibadeti Allah’a ibadet adı altında gerçekleştiren şirkin ikinci şekli olan gizli şirk ile mücadele etmek oldukça zordur.
Şu soruya cevap verilebilirse, İslâm tarihindeki pek çok sorun hatta sosyal sorunlar bile çözülebilir: Hz. Muhammed de Hz. Ali de aynı dini tebliğ ettiler, neden biri başarılı oldu, biri başarısız oldu?
Miladî 7. asırdaki Arap toplumunda, din İslâm dini, Kur’an aynı Kur’an, Allah aynı Allah, dil aynı dil, zaman aynı zaman, toplum aynı toplum, Hz. Muhammed de Hz. Ali de insanları aynı şeye davet ettiler; fakat biri muvaffak oldu diğeri olmadı, neden?
Sorduğum bu soruya bazıları, şöyle korkunç cevaplar vermişlerdir: “Ali, uzlaşmacı değildi, haksız olanlarla uzlaşma yoluna gitmezdi, baskıyı ve zulmü kabul etmezdi, katı idi…” İyi ama muvaffak olan Hz. Muhammed de böyle davranmıyor muydu?
Doğrudur, Hz. Ali’nin başarısızlığında bu sebeplerin etkisi vardır; fakat bu sebepler konuyu tam olarak açıklamamaktadır. Bu sorunun cevabı, Peygamber zamanında olmayan fakat Hz. Ali zamanında var olan bir sebepte aranmalıdır. Aşikârdır ki bu sebep, ırk, kabile, hanedan ve sınıf esasına dayanan ve dönemin mele’ ve mütrefîni Kureyş kabilesinin elindeki araç olan tağutperestlik ve şirk dinidir.
Şirk dini, Peygamber döneminde açık ve netti. Ebû Süfyan, Ebû Cehil ve Ebû Leheb, putların kendilerine ait olduğunu, Kureyş ticaretinin devam etmesi için Kâ’be’yi korumaları gerektiğini, Kureyş hâkimiyetinin ve ticaretinin putlara dayalı olduğunu, dünyada ve Arap kabileleri arasındaki üstünlüklerinin, makamlarının ve haysiyetlerinin Kâ’be’ye ve putlara bağlı olduğunu açık bir şekilde söylüyorlardı. Onlar diyorlardı ki, bu putlar ve onlarla ilgili efsaneler, bize atalarımızdan miras kalmıştır, dolayısıyla onları hiçbir şeyle değiştiremeyiz, onları savunmak zorundayız. Onlar, bu görüşlerini açıkça söyledikleri için kendileri ile mücadele etmek ve onlara karşı muvaffak olmak kolaydı. İşte Peygamber’in muvaffak olmasının sebebi budur.
Ben, tarihî ve sosyolojik esaslara göre konuşuyorum, gaybî sebepleri ne ben bilebilirim ne de başkası. Hz. Ali bütün bu şirk unsurlarıyla savaşıyordu, fakat bu unsurlar bir örtü altında gizliydi.
Bu örtü, şirk muhafızlarının yüzündeki tevhid perdesiydi. Hz. Ali’nin kendilerine kılıç çektiği Kureyşliler, putların değil Ka’be’nin muhafızları idiler. Onlar mızraklarının ucuna muallakat-ı seb’ayı değil Kur’an’ı takıyorlardı. Böyleleri ile mücadele etmek daha zordur. Bu dönemde şirk ne yapmaktadır? Cihada gitmekte, İslâmî fetihler yapmakta, mihrabı vardır, görkemli camiler yapmakta, bu camilerde cemaatle namaz kılmakta, Kur’an okumakta, bütün âlimler ve kadılar kendisine tabidir ve Peygamber dinin savunucusu ve yücelteni olarak görünmektedir. Oysa içi şirktir.
Dost görünüşlü bir düşman olan, takva ve tevhid elbisesi içindeki şirk ile mücadele etmek zordur; hem de o kadar zordur ki, Hz. Ali bile ona karşı mağlup olmuştur. Tarihteki bütün toplumsal olayların ve ıslahat hareketlerinin liderleri, milletlerine saldıran yabancı ve belirgin düşmanları kolaylıkla etkisiz hale getirebilmişlerdir. Bu liderler, büyük güçlerine rağmen yabancı düşmanları yok edebilmişlerdir. Ancak dünyanın en büyük ordularını mağlup eden bu kahramanlar, milleti perişan eden ve sıkıntıya düşüren ve sayısı oldukça az olan dâhilî düşmana yenilmişlerdir. Nitekim S. Radhakrishnan şöyle demiştir: “Kaba kuvvet ve hile, takva elbisesi giydiğinde, dünyanın en büyük gücü ve faciası meydana gelmiş demektir.”
Öyleyse şirk dininden söz ettiğimizde, aklımıza geçmişte yaşanmış olan ve hayvan, ağaç ya da heykellere tapınmaktan ibaret olan şirk gelmemeli. Nasıl olsa, İbrahim ve Peygamber söz konusu şirk dinini yok etmişlerdir de dememeliyiz. Zira şirk, mele’ ve mütrefînin istismar ettiği her türlü dinî duyarlılık demektir. Bu sebeplerden dolayıdır ki, 17 ve 18. yüzyılın ve yeniçağın aydınları, bu dine karşı çıkmış ve muhalefet etmiştir. İnsanların, perişanlık, sıkıntı, zillet, zaaf içinde ve iradesiz bir şekilde yaşamalarına neden olan ve halkı ırklara, gruplara ve tabakalara ayıran yapıyı muhafaza eden bu dinle mücadele etmişlerdir. Onlar: “Bu din, insanların ilerlemesine, özgürlüğüne ve birlikteliğine karşıdır.” şeklindeki görüşlerinde haklıydılar. Dinin kenara itilmesinden sonra göz kamaştıran gelişmelerin vuku bulması, Avrupalı aydınların bu görüşünü teyit eden bir tecrübedir.
Özgürlük isteyen bu aydınlar, insanın, hurafelerden, zilletten ve din adıyla ortaya çıkmış olan bu zehirli uyuşturucudan kurtulması için mücadele ediyorlardı. Ancak bu aydınlar, biz din mensupları gibi, bir noktada yanılıyorlardı. Aydınların yanılgısı şuydu: Tarihte yer alan her tür ibadeti, mabedi, cihadı, kutsal savaşları, haçlı savaşlarını ve İslâm cihadını ayrım yapmadan hepsini din adı altında değerlendirdiler. Zaman zaman bizim de böyle yaptığımız vakidir.
Hâlbuki daha öncede söylediğim gibi İslâm, inkılabî bir dindir ve şirki kabul etmemektedir.

Ali ŞERİATİ



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder